Eğitimi ekonomiye hapsedeli epey oldu. Ekonominin, bu anlamda, panoptik
bir sistem olduğu aşikâr. Artık Foucault’ın dediği gibi iktidar (güç
ilişkileri) normal ve anormali belirlemiyor tam olarak. Her ne kadar
Baudrillard unutmamızı istese de Foucault’u, ayartmanın (yani şeytanın)
iktidardan, iklim oluşturan güç ilişkilerinden daha güçlü olduğunu belirtse de,
bir şekilde belirleyen elbette var normal ile anormali. Eğitim kurumları bu tür
belirlemeleri yapmada eski gücüne mahir değiller ama bu durum etkilerinin
olmadığı anlamına da gelmemelidir. Buna karşın büsbütün şeytana (ayartıya)
emanet edilmiş bir durum da yok. Anlamı iğdiş edilmiş bir eğitim var. Çünkü
ayartma işlevini hakkıyla yerine getiriyor gözetleyerek. Özellikle
kurumlaştırılmış olan eğitimin iğdiş edildiği ve iğdiş ettiği açık.
Belki de kurumlaşmasının nedeni de anlamın iğdiş edilmesiydi.
Medreselerin, manastırların ve havraların kurulma hatta yaygınlaştırılma
nedenine, iktidarın (güç ilişkilerinin) büsbütün kaybolan belirleme yetkilerine
bir ön alma stratejisi de demek mümkün. Belki de bu kurumlar kurulduğunda ya da
kurulması gerektiğine inanıldığında eğitim ayartıya teslim olmuştu.
19.yüzyılın, hatta 18.yüzyılın batı temelli mekteplerinin ithal edilmesi, bu
ayartmanın, bu teslim olmanın ülkemizdeki resmi töreniydi. Ardından
Cumhuriyetle kurulan okullar ve bunların öğretileri, batıdaki muadilleri gibi,
baştan çıkarma işlevine bihakkın vazifelendirilmiştir.
20.yüzyıl eğitim kurumları (diğer tüm kurumlar gibi) hem panoptik
kurumlardır hem de ayartma kurumlarıdır. Dışarıda cereyan eden eğitim
ayartmaya, içeride organize edilmiş olan eğitim baştan ve yoldan çıkarmaya
hapsedilmiştir. Artık ayartılmaya ihtiyacımız olduğu açık. Açık hava ayartısına
maruz kalmalı insan. Mecbur ona. Çünkü bir panoptikon sisteminden diğerine
gitmek, ayartma olmaksızın olamaz.
Bugün, yani 18.yüzyıldan beri, insanın, ayartmanın kıskacındaki
eğitimiyle uğraşmaya devam ediyoruz panoptikon sistemlerde. Esasında var olan,
Batılılar eliyle, Sokrates’in “daimon” dediği şeyin unutulmasıyla ortaya çıkan
durumun dalga dalga yayılması sanki. Daimon’suz batı düşüncesinin geldiği yerin
ilanı, aslında, bu panoptikonlar ve ayartılar. Şeytan da panoptikonlar da hep
vardı aslında. Galebe çalmamıştı sadece. Batı eliyle o da oldu. Öyle ki Homeros’un
İlyada’sındaki kutsanmış Aşil’in topuğundan başlayan tersinden bir dalgayla
vücudu sardı ayartı.
Ancak bu ayartılı panoptikon sistemlerin insanı perçeminden
yakalamayacağı bir yeri de var. Bir başka deyişle elimizde artık Aşil’in topuğu
değil “Daimon”u kaldı büyük ihtimal. Ki o da ışıltılı disko hengâmesinde
görünmüyor. Sokrates’in daimon dediği şey, büyük ihtimal vicdana tekabül
ediyor. Ve vicdan esasında “bulmak” demektir. İnsan bulmayı “Biz insana iki
yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?” emrine amade olarak vicdanla
yapacak ve yine vicdanda vuslata erecektir.
Evet, elimizde vicdan vardı ve yine kala kala vicdan kaldı. İyi ve
kötümüzü, doğru ve yanlışımızı, güzel ve çirkinimizi ayırt eden / edecek
tekliğimiz. Ayartının da panoptikonların da olmadığı yer…
Bu dünyada vicdanı bulan ve anlayan insan, köle olmaktan kurtulmuş insan demektir. Ayartma var, şeytan var, iktidar (güç ilişkiler) var ve dahi panoptik sistemler var. Ancak vicdanın galebe çaldığı insanlar da var. Yüzü suyu hürmetine yaşadığımız insanlar bunlar. Esas eğitim onların dizinin dibinde. Dua edelim ki vicdanımız onları bulsun ve orda mukim olsun. O zaman normal ve anormali değil, ayartmayı değil, baştan çıkarmayı değil hak ile batılın düsturunda tüm bu sayılanların eridiği görülecektir. Aksi durumda, ayartma kâh ekonominin kâh gücün kâh baştan çıkarmanın kâh dijitalizmin sarmalında var olmaya devam edecektir. Nitekim şimdilerde dijitalizmle ayartılmaya açık bir aklımız, gönlümüz ve ufkumuzun olduğunu görmek, insanın içini çok acıtıyor.