Sadi Şirazi, Bostan ve Gülistan adlı muhteşem eserinde anlatır:
“Tilkinin biri düşe kalka kaçıyor. Birisi ona sormuş: Ne âfet, ne felâket var
ki bu kadar korkuya sebep oldun? Tilki demiş ki: Develeri angaryaya (hiçbir
ücret ödemeksizin ve zorla, baskı ile yaptırılan iş) tutuyorlarmış diye
işittim. Tilkiye demişler.- Ahmak! Senin deve ile ne münasebetin, deveye ne
müşabehetin (benzerliğin) var? Tilki cevap vermiş: Susunuz. Eğer hasutlar
(hasetçiler, kıskançlar), garezkârlar (düşmanlar) benim için «bu devedir»
derler de yakalanırsam benim deve olmadığımı anlatarak beni kurtarmak için kim
çalışır? Iraktan tiryak (panzehir) gelinceye kadar yılan sokan ölür gider.
Hasutlar (hasetçiler, kıskançlar) pusuya girer; haksız davacılar bir bucakta
oturur, gözetirler. Eğer bunlar senin güzel ahlâkının hilafını anlatırlar ve
sen padişahın divanına çıkarılarak, suale, itaba mâruz olursan, o sırada senin
lehinde kim söz söyleyebilir? Binaenaleyh ben onu münasip görüyorum ki kanaat
mülkünü bekliyesin, büyüklük fikrini bırakasın. Nitekim akıllılar şöyle
demişlerdir: “ Be-deryâ der menâfî’ bî-şümârest. Ve ger hâhî selâmet
der-kenârest”. Yani “Denizde sayısız menfaatler olsa da, selâmet denizin
içinde değil kenarındadır.”
Malumdur ki Şeyh Şirazi tembelliği öğütlemiyor. Dünyaya aşırı meylin
zararlarından bahsediyor olsa gerek. Eğitimi insanın içine olan yolculuk yerine
dışına olan yolculuk olarak konumlandırmanın zararlarından biri, belki de en
önemlisi bu: Dünyaya aşırı meyletmek. Elbette dünya, yaşamak için
gönderildiğimiz bir yer. Burada bir imtihandayız. Bundan dolayı ilk görevimiz
kendimizi ve kendimizde içkin olanları keşfetmek. Yunus Emre buna ilim der.
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Yine Yunus, okumaktan murat, Hak’kı
bilmektir, okudum bildim deme, çok taat (ibadet) kıldım deme, eğer Hak bilmez
isen, abes yere gelmektir diyerek bize keşfin mahiyetini de izah etmiş olur.
İnsanın kendinde Hakkı keşfetmesi, kendini ve kendinde olanı keşfetmesi
demek esasında. Bana ne verilmiş, ne kadar verilmiş ve verilen bu emanetlerle
bu dünyada (imtihanda) neler yapmalıyım soruları bir eğitim sürecidir; bu
sürece katılana talebe (öğrenci) denir; bu sorulara cevap almaya eğitim almak;
cevabı bulana eğitimli insan denir. Buradan kendini ve sınırlarını bilen insan
çıkar. Bu insanlardan müteşekkil topluma Farabi, erdemli toplum der. Liyakat bu
eğitim sürecinin sonucudur, erdemli insanları tanımlar ve ancak erdemli
insanlarla liyakat sağlanabilir. Aksi durumda, yani böyle olmayan toplumlarda
(ki Farabi bu tür topluma kusurlu toplum der) Şeyh Sadi Şirazi’nin yukarıda
öğüdü bir tembih hükmündedir: Selâmet der-kenârest. Yani kurtuluş kenarda
olmaktır.
İnsanın kendini bilmesinin erdemli toplum yaratması, insanın
ahlaklığındandır. Ahlak, insanın kendinin dışındaki her şeyi ve herkesi
kendinden öncelikli ve önemli görmesi demektir. Bu toplum, Farabi’nin
tespitiyle kâmil toplumdur. Elbette bu bir hayal değil. Boş bir ümit de değil.
Kedi ulaşamadığı ciğere murdar dermiş misali, elde etmeye gayret etmediğimiz
güzelliklere bunlar eskidenmiş deyip geçme âdetini terk etmek gerek ilkin.
Dışa yolculuk yaptıran eğitimi ikinci plana koyup, içe yolculuk yaptıran
eğitime öncelik vermeliyiz. Dışa yolculuk en basit olandır. İçe yolculuk
eğitimin temelidir, bu temelin üstüne bina inşa etmek, dışa yolculuktur.
Öğretim amaçlı, istihdam odaklı, meslek merkezli eğitim öncelik olmamalıdır.
Bunlar ancak içe yolculuğunu tamamlamış insanın elinde anlam kazanır; bunlardan
elde edilecek fayda, ancak o zaman zuhur eder.
Bu nedenlerden ötürü günümüzde, günümüz eğitiminde gerçek eğitim yoktur.
Başka bir deyişle günümüzde okullar olsa da, okullar da öğretmen ve öğrenciler
olsa da, bu okullara istediğiniz şekilde müfredat koysanız da, bu okullarda
eğitim yoktur. Çünkü Sezai Karakoç’un ifadesiyle, “artık çamaşırlar yıkansa da
hep kirlidir, herkes salonda toplansa da kimse evde değildir.” Böyle bir evde
yahut toplumda hem bedenen hem zihnen içerde olmak değil, kenarda olmak
gereklidir. Aksi takdirde toplum, içinde bulunduğu sarhoşluk halini size de
sirayet ettirecektir. En azından zihnen bunu başarmak gerekir: Selâmet der
kenârest…