Eğitimi dünyevileştirdik. Pragmatizm, eğitimin şiarı haline geldi
dolayısıyla. Seküler, batıcı ve dünyevi insanlar yetişiyor her tür eğitimden
artık. Bundan ülkemiz de payını alıyor elbette. Hemen her ülkede Batı dışı olan
yani seküler olmayan düşünceler çağdışı kabul ediliyor. Bu nedenle her tür
meşrepten hükümetlerin milli eğitim bakanlarının yaptıkları her uygulamanın
yahut modelin amacı batılaşmayla/sekülerleşmeyle başlıyor ya da sonlanıyor.
Kendileri farkında olmasa da bu böyle neticeleniyor.
Örneğin okul öncesi eğitime önem veriyor milli eğitim bakanları. Tek
amaçları bunu yaygınlaştırmak. Sanki matah bir şeymiş gibi şimdilerde kırk bin
anasınıfı açmayı planlıyorlar. Hatta köylere bile anasınıfı açmayı
hedefliyorlar. Tabiatın kucağındaki çocuğu alıp, duvarların arasına hapsetmeyi
maharet sayıyorlar. Böylece eğitimimizin gelişeceğini sanıyorlar. Elbette bunu
Batılılardan öğreniyorlar. Onlar diyor ki okul öncesi eğitim almış çocuklarla
almamış çocuklar arasında sosyal, duygusal, bilişsel, dil gelişimi vb. açıdan
okul öncesi eğitim almış çocuklar lehine gelişim farklılıklar var. Bizimkiler
de buna inanıyor, çünkü araştırma sonuçları (!) öyle diyor. Batının, eğitim
biliminin namusunu kirlettiğine inanmak istemiyorlar. Bu nedenle gelecekte
gelişmiş ülke olabilmek için okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak gerektiğine
inanıyorlar ve buna çabalıyorlar. Tamamen yanlış bir anlayış, yanlış bir tutum.
Eğitimin yani okulların yaklaşık 200 yıldan beri amacı belli: Modern
dünyaya uygun insan yetiştirmek. Sosyoloji biliminin amacı, modern dünyayı yani
modern toplumu kurmak. Psikoloji biliminin amacı, bu topluma uygun insan
tasarlamak. Okullar amacı ise sosyolojinin modellediği bu topluma psikolojinin
tasarladığı bu insanı yetiştirmek. Her üç bilimin (sosyoloji, psikoloji, pedagoji)
modern dünyayı yaratmak, sürdürmek diye amacı bitmiş değil henüz (bu nedenle
yapılan araştırmaların hemen hepsinin sonuçları kurum eğitiminin önemiyle
sonuçlanıyor). Bu amaç, biçim değiştirerek devam ediyor. Okulun etkisinin
zayıfladığını sanmak bu nedenle yanlıştır. Okulun eğitme gücü halen var.
1980’lere kadar okul, formal olarak etkiliydi. Neolibaralizmle birlikte
informal olarak etkili. Modernizmle öğretmen, postmodernizmle arkadaş,
neolibarelizmle iklim etkili oldu. İç içe büyüyen daireler misali, yeni durum
eski durumu da kapsayarak etki alanını genişletiyor. Burada düşülen yanılgı,
eskiden etkili olanın artık etki etmediği yönünde. Oysa eski etki etmeye devam
ediyor ama sonra ortaya çıkan daha etkili olduğundan o eski etkisizmiş gibi
algılanıyor. Örneğin müfredat, 1980 öncesi baskın etki konumundaydı. Oysa şimdi
değil. Ama bu günümüzde müfredatın etkili olmadığı anlamına gelmez. Ardından
öğretmen baskın etki faktörüydü. Onun ardından akran gurubunun etkisi büyüdü.
Ama bu öğretmenin etkisinin kalmadığı anlamına gelmez. Her yeni dalga
diğerlerini de barındırarak etkilemeye devam ediyor. Böyle olunca etki faktörü
değil, faktörlerinden bahsetmek gerekiyor. Haliyle neyin etkili neyin etkisiz
olduğu anlaşılamıyor, kaldı ki bu, bir süre sonra anlamına da kaybediyor. Bugün
çocuğu (bireyi), çok karmaşık etki alanlarına hapsetmiş durumdayız. Ne kadar
karmaşık bir dünya kurarsak o kadar çok kendisine gelmiyor insan. İşte bu
nedenle batılılar ve bunların sömürgeleri insanı çaresiz bırakıyorlar eğitimle.
Bu “bilinçli çaresizlik”, günümüzde, neoliberal sistemi yaşatan ana damar
halindedir.
Okul öncesi eğitim demek, bu “bilinçli çaresizliğe” erken adım attırmak
demek. Bunu yaygınlaştırmak demek çaresiz insanları çoğaltmak demek. Bu da
cahil bir toplum yaratmak demek.Oysa her türlü düşünmede ve uygulamada kültürü
/ kültürümüzü temel almak durumundayız. Durumunda değil, zorundayız. Aksisi
sömürgeleşmektir. Bu bağlamda kültürümüz temel alınarak okul öncesi
çağdakilerin yani 7 yaşına kadar çocukların anne ve babalarının yanında
yetişmesi sağlanmalıdır. Aile demek eğitim demektir çünkü. En azından şahsiyetin
oluşma çağı olan 3 yaşına kadar bu oldukça elzemdir. Çalışan annelere bu açıdan
seçenek sunulmalıdır. Çalışıyorsa maaşının yarısını verilerek çocuğunun yanında
olması sağlanmalıdır. Bunu isterse ilkokul yaşına kadar sürdürmesi anne-babanın
tercihine bırakılmalıdır. Bunun dışında belediyeler, okullar, muhtarlar, bina
ve ev projeleri vb. gibi her türlü kurum ve yapılacaklar anne-baba-çocuk
birlikteliği için yönlendirilmelidir. Hayat böyle kurgulanmalıdır. Çalışmayan
anneler için de teşvik edici, ödüllendirici çareler üretilmelidir. Yeter ki tek
çözümün kurumlar vasıtasıyla verilen eğitim olmadığına inanalım. “Okul öncesi
çağın eğitiminde kültürel çözümler” başlıklı bir çalıştay bile düzenlense, amaç
bu olsa yani, buna benzer çarelerin ne kadar çok olduğu görülecektir.
Unutmayalım, okulun eğitim verebilmesi ailenin eğitim vermesine
bağlıdır. Bugün okullar çocukları eğitemiyorsa, bu, ailenin çocuğu
eğitmemesiyle ilgili bir durum. Okulu güçlendirmek istiyorsak ailenin eğitici
rolünü güçlendirmeliyiz. Aile varsa okul var demektir. Bugün okul etkisiz
değil, aile etkisizdir. Bu nedenle okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak demek
ailenin eğitimci rolünü azaltmak hatta bitirmek demektir. Hülasa, okul öncesi
eğitimi değil kadına annelik, erkeğe babalık, yaşlıya dedelik ve ninelik
duygusunu yaygınlaştıracak bir model oluşturmaya çalışmalıyız. Eğer eğitimi
özgünleştirmek istiyorsak buna öncelik, önem ve değer vermeliyiz. İstemiyorsak
zaten sorunumuz da yok demektir. Şu an yapılanlar muhteşem (!) ve böyle yapmaya
devam edebiliriz. Ancak şunu da bilelim: Bu bir eğitim seferberliği değil,
sömürgeleştirme seferberliğidir.
Günümüzde pragmatist olmayan insan kalmadığı gibi, insanlar bu pragmatik yaklaşımı her konuda gercekleştiriyorlar malesef. Güzel konu, iyi bir analiz için teşekkürler.