Gerçek eğitimden bahsedeceksek bunun tek yöntemi var: Birebir eğitim.
Usta çıkar yöntemi de diyebiliriz. Çünkü insan ancak tecrübe sahibi birinin
elinde yontulup, budanıp biçimlendirildiğinde eğitimden geçmiş olur.
Yaşamadıklarını yaşatamaz, hissedemediklerini hissettiremez, inanmadıklarına
inandıramaz insan. İnsana insanın tecrübesiyle yoğrulmuş sözler gerek.
Tefekkür, çilenin çocuğudur zira. Eğitim tefekkürün, tefekkür çilenin, çile
idealin, ideal imanın gölgesinde yeşerir. İmandan, idealden, çileden ve
tefekkürden arındırılmış eğitimin insana sağlayacağı yegâne kazanç aklın sahte
yüceliğine olan inançtır. Bir yolculuk esnasında, misal otobüs yolculuğunda, diğer
insanların varlığı size ne anlam ifade ediyorsa, tecrübe inşa edemeyen sahte
akıl da insana benzer anlam ifade eder.
Modern dünyanın eğitiminde okul sirk, öğretmen papağan, akademisyen
medyumdur. Teşhisi medyumların koyduğu, reçeteyi papağanların yazdığı eğitim,
bir tür eczane. Dört duvarın arasında, belirli bir zaman diliminde, belli bir
formatta suni hayatın olduğu devasa bir sektör olan eğitim, yedi başlı bir
canavar. Tefekküre, ideale, çileye, kavgaya, mücadeleye bigâne.
Kitaplarındaki insan bir Rahibe Teresa, okuldaki öğretmen Martin Luther,
sınıfı bir kilise. Koridorları üçüncü sınıf bir sosyete cemiyet hayatının
dedikodularıyla şişman. Ve isyana çevrilecek hayallerin amansız takipçisi
öğrenci. Zaman katili kongreler, sempozyumlar ve konferanslar.
Tarihine yaslanmayan bir eğitim kör, edebiyatına dayanmayan öğrenci
ruhsuz, diliyle konuşmayan bir müfredat ahraz, inancıyla yükselmeyen bir
öğretmen kolonyalisttir. Bir tür “İnkârı Ayarlama Enstitüsü” olan üniversiteler
ise hepsinin üstünde duran köşkün mimarı David Livingstone’un misyonunun
şubeleridir. Unvana, züppeliğe, ucuz kahramanlığa, tembelliğe, aktarmaya meftun
bir akademia. Değnekleri olmadan yürüyemeyen, alıntılamadan konuşamayan,
(ç)alıntılamadan yazamayan ve düşünemeyen papağan profesör. Tarafsızlığı
korkusundan, evrenselliği utancından, orijinalliği sömürgeciliğinden gelen bir
asimilados. Kapitalistin aklını mırıldayan, küresel sermayenin sözcülüğünü
yapan, Batıdaki efendileri olmadan yetim ve öksüzlük hissi duyan bir köle.
Kendine düşman, yanındakine yabancı, ötelere âşık bir megaloman akademi.
Hançerini zihninde taşıyan aydınlatılmış bir güruh.
Ve sadece bu güruhun sözlerine inanmaya alışmış bir topluluk, yığın.
İçinde ayet geçen sözlere inanan, ancak batılı veciz söz geçince hayran olan,
bu inanma ve hayran olma çelişkisini ikincisine yönelerek hayatını devam
ettiren esfel bir tabaka. İnanmaya hazır gönle, pekiştirmeye meftun duyguya,
aktarmaya yarayan akla sahip olmanın pirim yaptığı ortamda dinlemeden konuşan
guguk kuşları.
İşte son çağın eğitim tablosu ve herkesin halinden memnuniyeti. Dahası
bu keşmekeşten duyulan memnuniyet sahteliği. Yorgun insan, geren eğitim ve
uzlaşılan sahteliğin hazin akıbeti:
Yapay insan. Bu boğulmakta olan insana yapılacak olan tek şey, kültürü
uzatmaktır. Eğitimi bu hercümerçten, bu sakillikten ıslah ederek kurtaracak
yegâne şey olan kültürü bir kimlik meselesi olarak görmek gerek. Kültür bir
tercih değil, zorunluluktur; hayatın bir parçası değil, kendisidir; eğitimin
sosu değil kalbidir.