Modern insan hakikate ara sıra uğrar. Hayatın(ın) bir şubesi haline
getirir onu. Parçasıdır ama mütemmim cüzü değildir. Evin kedisi gibi yani.
Hayata başkalarının gözüyle baktığından, başkaları, var olmasının temel
unsurudur. Onları memnun etmekten oluşan bir mutluluk anlayışına sahiptir.
Lakin bu, fedakârlıktan kaynaklanan bir hüsnüniyet olmaktan ziyade şahsiyetini
onların üzerinde tamamlama alışkanlığından kaynaklanır. Ne bağlılık ne de
bağımlılıktır, sadece alışkanlıktır. Zekâya hayrandır bu nedenle.
Zekâ değişim karşısında uyum sağlayabilme kapasitesi olduğundan
alışkanlık zekâ sahiplerinin gizil hedeflerindendir. Sanılanın aksine zeki
insanlar alışkanlığa meftundurlar. Sadece kendilerine değil başkalarının da
alışkanlık içinde yaşamalarına zemin hazırlarlar. Zaten zekâ, alışkanlığı bozan
eylemlere başkaldırır, bu nedenle sorunu bir şekilde hemen çözer, zira mevcut
nizamın devam etmesi gerekir. Bir değişimi yahut yeniliği, içinde bulunduğu
şartlara hemen uyumlu hale getirir. Kısaca zekâ için aslolan alışkanlıklar,
mevcut nizam ve sistemlerdir. İşte modern insanın hakikate olan mesafesini
artıran zekâya olan vurgusu ve alışkanlıklara olan sevdası bundandır.
Buna mukabil hakikat alışkanlığı değil değişimi merkeze koyarak onu
insanlığın hayrına çevirir. Alışkanlıkları öldürücü olarak niteler ve değişimi
hakikatin bekçisi yapar. Bu da proaktif (basiretli) bir yaşamı zorunlu kılar.
Bu nedenle hakikat, alışkanlıkları ortadan kaldırıcı ibadetler ortaya koyar.
Dinlerin hemen hepsinin günlük ibadeti zorunlu kılması, insanı alışkanlığın
esaretinden kurtarmak içindir. Mesela İslam günde beş vakit namazı, senede bir
aylık orucu zorunlu kılar, buradan kastı insanı sürgit yaşamın zehirleyici
etkisinden kurtarmak içindir. Günde beş kez hakikate uğramanız gerekir. Bu uğrayışlar
insanı rutin hayatın girdabından çeker, yükseltir. Peygamberimizin “namaz
müminin miracıdır” demesi bundan olsa gerek. Çünkü miraç insanı var olandan
alır, yükseltir, ona dışarıdan bakmasını sağlar ve insanın zihni, dünyası başka
bir durumu evrilir. O, artık namazdan önceki o değildir. Oysa alışkanlık
denilen şey, insanı rutine hapsetmek demektir.
Öte yandan kültürle alışkanlığı karıştırmamak gerek. Çünkü kültür
dinamik bir olgudur. Latincesi toprağı ekip biçmek demek olan kültür, bu
anlamda, sürekli akan bir ırmağa benzer. Toprak da öyledir. Toprak, görünüşteki
durağanlığının aksine sürekli yaratma eylemi halindedir.
Peki, öyleyse insan neden “alışır”. İnsan, hayatı düşünmeksizin yaşamak
için alışır. Alışmak kolaylık sağlar insana. İnsan da kolaya meyilli olduğundan
alışmayı merkeze koyar. Ancak burada belirtilen alışkanlık, insanın yürümesi,
yemek yemesi gibi alışkanlıklardan ziyade zihinsel alışkanlıklardır. Bu anlamda
zekâ gerçekten de Piaget’in dediği gibi “uyumdur”. İşte bu uyum vasatı
yüceltir. Çünkü vasatlık, rahatlık kadar körleşmeyi de getirir. İnsan rahatsa
yani halinden memnunsa ve yeni bir görme gerçekleştirmiyorsa, mutludur.
“Çilesiz suratlara tüküresim geliyor” diyen Necip Fazıl, “mutluluk
ahlaksızlıktır” Jean Paul Sartre veya “dünü bugüne eşit olan ziyandadır” diyen
Allah’ın Resulü vasatlıktan yani kölelikten insanları kurtarmak amacındadır.
Vasatın egemenliği-ki uzun süreden beri dünya bunu yaşamaktadır- insanın
hayattaki mucizeleri görmesine mâni olur. Bir yemek masasında çatalın ve
kaşığın nerede duracağına kadar hayatı belirleyen modernizmin önerdiği şeyin
vasatlık ve sevdiği şeyin alışkanlık olması bu nedenledir. Zaten modern hayat,
alışkanlığı sistem haline getiren hayattır. Mesela her sabah belirli saatte
uyanmak, kahvaltı yapmak, işe gitmek, televizyon seyretmek, işyerinde
denilenleri yerine getirmek gibi. Oysa modernizmin insanı kopardığı tabiatta
dinamizm hâkimdir. Tabiatta dün ile bugün birbirinin aynısı değildir. Tıpkı
insanın dünüyle bugününün aynı olmaması gibi. İnsan tabiata göre yaşadığında
onun dinamizminden beslenir, tabiattan uzaklaştığında ise alışmaya başlar.
Bir bebeğin büyüyorken etrafındaki her şeye karşı mucize kâbilinden
bakışı, alışkanlığın oluşturduğu vasatın kurbanı olmamasından kaynaklanır.
İnsan bu özelliğini büyüdükçe ve alışkanlıkla kaybeder. Şu halde gerçek eğitim
insanın yaratıcı görme yeteneğini ortaya koyduğundan, insanı, belirlenmiş
düzene uyum sağlaması için değil, var olan ilahi düzenin hikmetini görmesi için
yapılır / yapılmalıdır. Bu da uyumu, alışkanlığı yahut bunları var eden zekâyı
değil inanmayı temel almakla mümkündür. Çünkü inananın alışkanlığı yoktur. Bu
nedenle inancın önderlerinin yani peygamberlerin ilk işi alışkanlıkları yıkmak
olmuştur.